Merdiven Başı Sohbetleri
Söze nasıl başlayacağımı, ne söyleyeceğimi bilmeden yazıyorum. 6 Şubat’ta yaşanan depremden sonra neyi nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum inanın.
Söze nasıl başlayacağımı, ne söyleyeceğimi bilmeden yazıyorum. 6 Şubat’ta yaşanan depremden sonra neyi nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum inanın. Bu konuda bir kusurum olursa affınıza sığınıyorum. Rabbim bir daha böyle acılar yaşatmasın. Yazımın başlığını “MERDİVEN BAŞI SOHBETLERİ” yapmamın sebebi, depremden sonra ailemi ve çocuklarımı alarak geldiğim Mersin’de, vaktimin büyük çoğunluğunu geçirdiğim merdiven başında bazen kendimle, bazen yanımda eşlik eden ikinci üçüncü şahıslarla konuşmalarımdan esinlenerek yaptım. Kâh kızdım, kâh ağladım. Saatler boyunca yerimde kalkmadan acaba bundan sonra ne olacak diye düşündüm. Bazen evin içindeki sorulardan, bazen kendimden bazen ise sebebini bilmediğim nedenlerle kendimi merdiven başında sigara içerken buluyordum. Bu kadar kendimden bahsetmek yeter bugün birazda içinde bulunduğumuz durumdan bahsetmek istiyorum.
Malumunuz deprem sonrasında en fazla bina yıkımı olan yerleşim yerlerinden birisi oldu Gölbaşı. Gölbaşı sakinlerinin birçoğu imkânlar dâhilinde deprem sonrasında yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Kimi deprem korkusuyla, kimi soğuktan, kimi ardından bir şey olmadığında, kimi kayıplarının acısına dayanamayarak ayrıldı ayrılmak zorunda kaldı. Nasip olursa bu konuyu başka zaman ele alırız.
Deprem sonrasında gerek milletimiz gerek devletimiz ama eksik ama fazla bir şeyler yaptı, yapmaya da devam ediyor. Her şeyi dört dörtlük yapıldı desem yalan olur. Hiçbir şey yapılmadı desem de yalan olur. Değil Gölbaşı, depremde etkilenen tüm bölgelerde insanların acısını azaltmak için uğraşan, bir taş üstüne taş koymaya çalışan, gücünün yettiğince çaba sarf eden veya etme niyetinde olan herkesten Allah razı olsun. Bu ve buna benzer konuları da nasip olursa başka yazılarımızda ele alırız.
İnsanların deprem bölgesinde yaşadıkları acıların büyüklüğü, içinde bulundukları keşmekeş, geleceğe dair belirsizlik, sözüm ona iş yapmak için orada bulunarak milleti çileden çıkaran hal ve hareketlerde bulunan, kendi menfaatini ön plana çıkararak milletin acısının üzerine tuz biber olan uygulamalardan bahsetmek istiyorum. Aslında bu bahsedeceğim olayları o bölgede yaşayan kime sorarsanız biliyor, yaşıyor ve kendisinin konuşabileceği, durumunun ifade edilebileceği bir alan bulduğunda ifade ediyor. Müsaadenizle bende buradan dilimin döndüğünce bazılarına değineceğim.
Öncelikle Gölbaşı’nda enkaz kaldırma faaliyetleri, çeşitli sosyal medya ve yerel gazetelere de yansıdı. Enkaz kaldırma işlemi ihale edilmiş ve ihaleyi alan firma artık her halt ise; kaldırdığı enkazda paraya çevrilebilecek her şeyi kendi babasından kalan mal gibi sahipleniyor. Ve o yıkılan, yıktığı her binayı demir, bakır, alüminyum vb. metalleri hurda görerek kabadayılık taslıyor. Enkazın depremden önceki sahiplerini hiçe sayarak, yok sayarak ezilmesi kolay insan sayarak efeleniyor.
Dur orada efendi. Hoş böylelerine efendide denmez ama neyse. Haddini bil kimsenin canını sıkma. Gitmeyen bir canımız kaldı, her şeyimizi kaybettik. Unutma kaybedecek bir şeyi olmayanın önünde durulmaz. Allah’tan gelene “Eyvallah”, eyvallahımız var ama senin gibi gözünü para bürümüş kullara eyvallah çekmeyiz. Ya bizi incitme ya da incittiğin yerde seni incitecek yüreğimiz ve cesaretimizde var Elhamdülillah.
Belki birileri için bina yıkıntısı enkazı bir moloz, birkaç kuruş edecek hurda olabilir ama orada çıkacak en küçük bir fotoğraf, bir tabak, bir bardak, bir kaşık, bir elbise, bir perdenin parçası, bir havlu benim için çok önemli. Çünkü senin yanında kıymetsiz olan benim hatıralarım, geçmişim, gözümün dalıp dalıp gittiği hülyalarım, hayallerim, özlemim benim memleketim, memleketim. Orada yaşanmışlıklarım var, o eşyada büyüklerim var, her noktanın içinde el izlerim var, üzüldüğümde başımı yasladığım duvar, sevindiğimde gözümün ışıltısını yansıtan aynalar var. Orada küçüklerim var, başını okşadığım yeğenlerim, sinirlerimi depreştiren kızgınlıklarım, kendime bile anlatamadığım yanlarım, bebeklerin annelerine sığındığı köşeler, utandığı için yüzünü örtüğü bir beden büyük elbiselerim var.
Bre gafil sen anlamazsın beni biliyorum. Deprem nasıldı diye sorduklarında; “Allah düşmanıma bile yaşatmasın” diye dua ettiğim büyük acımı nereden anlayacaksın. Anlamanı da beklemiyorum zaten ama unutma biz daha ölmedik. Kişiyi öldürmeyen acı güçlendirirmiş. Ve o acılı yüreğimiz bizi yaralı kurt yaptı. Unutma “Kurt kışı geçirirmiş ama yediği ayazı unutmaz”. Bu kış günü ayazımız olursan, kış sonrasında kâbusun olurum.
Yarında şu çevre ve şehircilik bakanlığının kafasına göre yazdığı bina hasar durumlarını ele alalım.
Facebook yorumları